Hasan Basri Çantay Meali |
|
Taa, Sîn, Mîm. (26:1) | |
Bunlar o hakikatleri açıklayan kitabın âyetleridir. (26:2) | |
(Habîbim) Onlar mü'min olmayacaklar diye aadetâ kendine kıyacaksın! (26:3) | |
Eğer dilersek biz onların tepesine gökden bir âyet indiriveririz de ona boyunları eğilekalır. (26:4) | |
Kendilerine O çok esirgeyici (Allah) dan (vahy ile) yeni bir öğüd gelmeye dursun, ille bundan yüz çeviricidirler onlar. (26:5) | |
Şimdi (kat'î suretde) tekzîb etdiler. (Fakat) istihza edegeldikleri (hakıykatların mühim) haberleri yakında onlara gelecekdir. (26:6) | |
Yer (yüzün) e bir bakmadılar mı ki biz orada her güzel çiftden nice nebatlar bitirdik. (26:7) | |
Şübhesiz ki bunlardan (Hakkın kemâl-i kudretine) elbet birer, nişane vardır. (Fakat) onların çoğu îman edici değildirler. (26:8) | |
Şüphesiz ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir. (26:9) | |
(10-11) Hani Rabbin Musâya: «O zaalimler güruhuna, Fir'avnın kavmine git. Haalâ (fenâlıkdan) sakınmayacaklar mı onlar?» diye nida etmişdi. (26:10) | |
O, dedi ki: «Rabbim, onların beni tekzîb edeceklerinden cidden korkarım». (26:12) | |
«Benim de göğsüm daralır, dilim açılmaz. Onun için Hâruuna (Cebrâili) gönder (ona da peygamberlik ver)». (26:13) | |
«Hem onların benim aleyhimde bir suç (da'vaları) da var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkarım». (26:14) | |
(Allah) dedi: «Hayır. İkiniz de âyetlerimizle gidin. Şübhesiz ki biz sizinle beraberiz, (her şey'i) işidiciyiz». (26:15) | |
(16-17) «Haydi Fir'avna gidin de: — Biz, israil oğullarını beraberimizde yollayasın diye aalemlerin Rabbinin gönderdiği gerçek (iki) peygamberiz» deyin. (26:16) | |
(Fir'avn) dedi ki: «Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk) ken içimizde büyütmedik mi? Sen ömründen bir hayli seneler bizim aramızda kalmadın mı»? (26:18) | |
«O yapdığın fi'li de sen işledin. Sen nankörlerdensin». (26:19) | |
(Muusâ) dedi: «Ben bunu o vakit bilmezlerden olarak yapdım». (26:20) | |
«Sizden korkunca da hemen içinizden (bırakıb) kaçdım. Nihayet Rabbim bana bir hüküm verdi ve beni peygamberlerden yapdı». (26:21) | |
«Bana karşı imtinân etdiğin (başıma kakdığın) o ni'met, Isrâîl oğullarını kendine kul (köle) edindiğin içindi». (26:22) | |
Fir'avn dedi ki: «Aalemlerin Rabbi (dediğin) nedir»? (26:23) | |
(Muusâ): «Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan şeylerin Rabbidir. Eğer hakıykatı yakıynen bilmiye ehil kimselerseniz (Onun birliğine îman edin)» dedi. (26:24) | |
(Fir'avn) etrafında bulunan kimselere dedi ki: «İşitmiyor musunuz»? (26:25) | |
(Muusâ sözüne devamla:) «(O) sizin de, evvelki atalarınızın da Rabbidir» dedi. (26:26) | |
(Fir'avn) «Her halde size gönderilen (bu) peygamberiniz, dedi, mutlak delidir». (26:27) | |
(Muusâ yine devamla) dedi ki: «(O) Meşrıkla mağribin ve ikisi arasında bulunan her şeylerin Rabbidir. Eğer aklınızı kullanırsanız (idrâk edersiniz)». (26:28) | |
(Fir'avn): «Andolsun, dedi, eğer benden başka bir Tanrı edinirsen seni muhakkak ve muhakkak zindana girenlerden ederim». (26:29) | |
(Muusâ) dedi ki: «Sana apaçık bir şey getirdimse de mi (zindana atacaksın)»? (26:30) | |
(Fir'avn): «Doğru söyleyenlerdensen haydi getir onu» dedi. (26:31) | |
Bunun üzerine (Muusâ) asaasını bırakıverdi. Birde (ne görsünler) o, apaçık bir ejderha! (26:32) | |
Elini de çekib çıkardı. Bir de (ne görsünler) bu, temâşâ edenler için bembeyaz (ve nuur saçan bir el) dir. (26:33) | |
(Fir'avn), çevresindeki ileri gelenlere: «Hiç şübhesiz, dedi, bu mutlak çok bilen bir büyücüdür». (26:34) | |
«Ki sizi büyüsiyle yerinizden (yurdunuzdan sürüb) çıkarmak diliyor. Şimdi (buna) ne buyurursunuz»? (26:35) | |
«Bunu ve kardeşini, dediler, gecikdir (eğle), şehirlere toplayıcılar yolla da», (26:36) | |
Çok bilen her büyücüyü sana getirsin (ler)». (26:37) | |
Bu suretle muayyen bir günün belli bir vaktında bütün sihirbazlar bir araya getirildi. (26:38) | |
Ve insanlara da: «Siz de toplamalar mısınız?» denildi. (26:39) | |
«Umarız ki (bizimkiler) gaalib olurlarsa biz de (kendi) büyücüler (imiz) e uyarız». (26:40) | |
Nihayet büyücüler gelince Fir'avna: «Muhakkak üstün gelirsek bize herhalde bir mükâfat var mı?» dediler. (26:41) | |
(Fir'avn): «Evet, dedi, hem o takdîrde siz elbet ve elbet (benim) en yakınlar (ım) dan (olacak) sınız». (26:42) | |
Muusâ onlara: «Ne atacaksınız (evvelâ) siz atın» dedi. (26:43) | |
Onlar da ipleri ve sopalarını atıb «Fir'avnın izzeti hakkı için gaalib olanlar elbet biziz biz!» dediler. (26:44) | |
Bunun üzerine Muusâ da asaasını bırakıverdi. Bir de (ne görsünler) o, (büyücüler) in düzer olduklarını yutuyor! (26:45) | |
Büyücüler derhal secde ediciler olarak (yere) kapandı (lar). (26:46) | |
(47-48) «Aalemlerin Rabbine, Muusâ ile Hâruunun Rabbine îman etdik dediler. (26:47) | |
(Fir'avn) dedi ki: «Ben size izin vermeden siz ona îman etdiniz ha! Hakıykat size büyüyü öğreten büyüğünüzmüş o! O halde yakında bileceksiniz. Herhalde sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesdireceğim, sizin topunuzu behemehal çarmıha gerdireceğim»! (26:49) | |
Dediler: «(Bunda) bize hiçbir zarar yok. Biz şübhesiz ki Rabbimize dönücüleriz». (26:50) | |
«Herhalde biz îman edenlerin ilki olduğumuz için Rabbimizin bizim günâhlarımızı yarlığayacağını umarız». (26:51) | |
Muusâya: «Kullarımı gece yola çıkar. Çünkü ta'kîb edileceksiniz» diye vahyetdik. (26:52) | |
Fir'avn da şehirlere toplayıcılar gönderdi. (26:53) | |
«Şübhesiz ki bunlar (Isrâîl oğulları) azar azar birer cemâatdir». (26:54) | |
«(Böyle iken) onlar mutlakaa bizi darıltıcıdırlar». (26:55) | |
«Biz ise elbet uyanık bir cemâatiz». (26:56) | |
(57-58) Bu suretle onları bostanlardan, akar sulardan, hazînelerden ve şerefli makam (lar) dan çıkardık. (26:57) | |
İşte (çıkarışımız) böyle oldu ve onlara İsrâîl oğullarını mîrascı kıldık. (26:59) | |
Derken (Fir'avncular) güneş doğarken onların arkalarına düşdüler. (26:60) | |
Vaktaki artık iki ordu birbirini görmüşdü. Muusânın ashaabı dedi ki: «Muhakkak erişilib yakalandık». (26:61) | |
(Muusâ) «Hayır, dedi, şübhesiz ki Rabbim benimle beraberdir. O, beni (selâmet) yol (una) iletecekdir». (26:62) | |
Bunun üzerine Muusâya: «Asaanı denize vur» diye vahyetdik. (Vurunca) derhal (deniz) yarıldı, her parça (sı) kocaman dağ gibi oldu. (26:63) | |
Ötekileri de buraya yanaşdırdık. (26:64) | |
Muusâ ile maiyyetinde bulunan kimseleri topdan kurtardık. (26:65) | |
Sonra öbürlerini (suda) boğduk. (26:66) | |
Bunda elbette bir ibret vardı. (Fakat) onların çoğu îman etmiş değillerdi. (26:67) | |
Şu muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir. (Mü'minleri ise) çok esirgeyicidir. (26:68) | |
Onlara İbrâhîme aaid dosdoğru haberi de oku. (26:69) | |
Hani o, babasına ve kavmine: «Siz neye tapıyorsunuz?» demişdi. (26:70) | |
Dediler: «Putlara tapıyoruz. Onun için bütün gün onlara vakf-ı hizmet etmekde sabit ve dâimiz». (26:71) | |
(İbrâhîm): «Siz, dedi, çağırdığınız vakit onlar sizi duyuyorlar mı»? (26:72) | |
«Yahud size (taparsanız) bir fâide veya (tapmazsanız) bir zarar yapıyorlar mı»? (26:73) | |
Dediler ki: «Hayır, biz babalarımızı böyle bulduk (onlar da) böyle yapıyorlar (dı)». (26:74) | |
(75-76) (İbrâhîm): «Şimdi gördünüz mü, dedi, gerek sizin, gerek daha evvelki atalarınızın neye tapmakda olduğunuzu»? (26:75) | |
«işte onlar benim muhakkak düşmanımdır. Fakat aalemlerin Rabbi böyle değil». (26:77) | |
«(O Rabb) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. (26:78) | |
«Bana yediren, bana içiren Odur». (26:79) | |
«Hastalandığım zaman bana şifâ veren Odur». (26:80) | |
«Beni öldürecek, sonra beni diriltecek olan Odur». (26:81) | |
«Ceza gününde kusurlarımı yarlığayacağını umduğum da Odur». (26:82) | |
«Rabbim, bana hüküm ihsan et ve beni saalihler (zümresine) kat». (26:83) | |
«(Benden) sonrakiler içinde benim için (bir) lisân-ı sıdk ver». (26:84) | |
«Beni Naıym cennetinin vârislerinden kıl». (26:85) | |
«Babamı da yarlığa. Çünkü o sapıklardandır». (26:86) | |
«(Kulların) kabirlerinden kaldırılacakları gün beni rüsvay etme». (26:87) | |
«O günde ki ne mal fâide eder, ne de oğullar». (26:88) | |
«Meğer ki Allaha (küfr-ü nifakdan) tamamen salim bir kalb ile gelenler ola». (26:89) | |
(O günde ki) cennet takva saahiblerine yaklaşdırılmışdır. (26:90) | |
Cehennem de azgınlara açılıb gösterilmişdir. (26:91) | |
(92-93) Ve anlara: «Allâhı bırakıb da tapdıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı, yahud kendi başlarına yardımları dokunuyor mu?» denilmişdir. (26:92) | |
(94-95) Artık onlar da, o azgınlar da, İblîs orduları da topdan yüzleri koyun, (cehennemin) içerisine atılmışlardır. (26:94) | |
Orada birbiriyle çekişerek şöyle dediler: (26:96) | |
«Allaha andolsun, hakıykat biz apaçık bir sapıklık içinde idik». (26:97) | |
«Çünkü sizi aalemlerin Rabbi ile bir seviyyede tutuyorduk». (26:98) | |
«Bizi o mücrimlerden başkası sapdırmadı». (26:99) | |
Artık bizim için ne şefaatçiler (den bir kimse), (26:100) | |
«ne de candan bir dost yok». (26:101) | |
«Bizim için hakıykaten bir geri dönüş olsaydı da biz de mü'minlerden olsaydık». (26:102) | |
Şübhesiz ki bunda mutlak bir ibret vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. (26:103) | |
Senin Rabbin, muhakkak ki O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir. (26:104) | |
Nuuh kavmi gönderilen (peygamber) leri tekzîb etdi. (26:105) | |
Hani biraderleri Nuuh onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi, (26:106) | |
«Şübhesiz ben size gönderilmiş emîn bir peygamberim». (26:107) | |
«Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin». (26:108) | |
«Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir». (26:109) | |
«O halde Allahdan korkun ve bana îtâat edin». (26:110) | |
Dediler ki: «Arkana hep bayağı kimseler düşmüşken biz sana îman eder miyiz»? (26:111) | |
(Nuuh): «Benim onların neler yapmakda olduklarına bilgim yokdur» dedi. (26:112) | |
«Onların hesabı Rabbimden başkasına aaid değildir, eğer ince düşünürseniz... » (26:113) | |
«Ve ben o mü'minleri (sizin hatırınız için) tardedici de değilim». (26:114) | |
«Ben (gelecek tehlikelerle) apaçık korkutandan başka (bir kimse) de değilim». (26:115) | |
Dediler ki: «Ey Nuuh, sen (bu dediğinden) vaz geçmezsen muhakkak ki taşlanmışlardan olacaksın». (26:116) | |
(Nuuh): «Rabbim, dedi, hakıykat kavmim beni tekzîb etdi». (26:117) | |
«Binâen'aleyh benimle onların arasındaki hükmü Sen ver de beni ve berâberimdeki mü'minleri kurtar». (26:118) | |
Bunun üzerine biz onu da, beraberinde olanları da o dolu (yüklü) geminin içinde selâmete erdirdik. (26:119) | |
Sonra arkalarından arta kalanları da (suda) boğduk. (26:120) | |
Şübhe yok ki bunda mutlak bir ibret vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. (26:121) | |
Şübhesiz ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir. (26:122) | |
Aad (kavmi de kendilerine) gönderilen (peygamber) leri tekzîbetdi. (26:123) | |
Hani biraderleri Hûd onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi, (26:124) | |
«Şübhesiz, ben size (gönderilmiş) emîn bir peygamberim». (26:125) | |
«Sizden buna karşı hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir». (26:127) | |
«Siz, her yüksek yerde bir alâmet bina edib eğlenir misiniz»? (26:128) | |
«Ebedî kalacağınızı umarak yer altında su mahzenleri edinir misiniz»? (26:129) | |
«Tutub yakaladığınız vakit zorbalar gibi yakalar mısınız»? (26:130) | |
«Size bilib durduğunuz şeylerle (nimetlerle) yardım eden», (26:132) | |
(133-134) «Size davarlar, oğullar», «Bağlar, ırmaklar ihsan eden (Allahdan) korkun». (26:133) | |
«Ben cidden üstünüze (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum». (26:135) | |
Dediler: «Va'z etsen de, yahud va'z edicilerden olmasan da bize göre birdir». (26:136) | |
«Bu, evvelkilerin aadetinden başka (bir şey) değildir». (26:137) | |
«Biz azaba uğratılacaklar da değiliz». (26:138) | |
Hulâsa: Onu yalan saydılar da biz de kendilerini helak etdik. Şübhesiz bunda bir ibret vardır elbet. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. (26:139) | |
Hakıykat, senin Rabbin, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir O. (26:140) | |
Semud (kavmi de gönderilen) peygamberleri tekzîb etmişdir. (26:141) | |
O zamanda ki biraderleri Saalih onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi. (26:142) | |
«Şübhesiz ben size (gönderilmiş) emîn bir peygamberim». (26:143) | |
«Siz burada (ki nimetlerin içinde) emîn emîn bırakılacak mısınız»? (26:146) | |
«Bağların, pınarların içinde», (26:147) | |
«Ekinlerin ve tomurcukları nâzik, yumuşak hurma ağaçlarının içinde». (26:148) | |
«Dağlardan şımarık şımarık evler yontuyorsunuz». (26:149) | |
«Müfritlerin emrine boyun eğmeyin». (26:151) | |
«Ki onlar yer (yüzün) de fesâd yapar, ıslah etmez kimselerdir». (26:152) | |
«Sen, dediler, ancak (hızlı) büyülenmişlerdensin»! (26:153) | |
«Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Bununla beraber eğer (peygamberlik da'vaasında) doğruculardan isen haydi bir âyet (mu'cize) getir». (26:154) | |
(Saalih) dedi: «İşte bu dişi deve. Su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin». (26:155) | |
«Ona bir kötülükle ilişmeyin. Sonra sizi büyük bir günün azâbı yakalar». (26:156) | |
Derken onu kesdiler. Fakat peşîman oldular. (26:157) | |
Çünkü kendilerini o azâb yakalayıverdi. Şübhesiz bunda mutlak bir âyet (ibret) vardır. Böyle iken onların çoğu îman ediciler değildir. (26:158) | |
Luut (kavmi de gönderilen) peygamberleri tekzîb etdi. (26:160) | |
Hani biraderleri Luut onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi. (26:161) | |
(165-166) «Siz, Rabbinizin sizin için yaratdığı zevcelerinizi bırakıb da insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır, (siz halâlden harama) tecâvüz eden bir kavmsiniz». (26:165) | |
Dediler: «Ey Luut, sen (bu davadan) vaz geçmezsen, andolsun, mutlak (memleketimizden koğulub) çıkarılanlardan olacaksın». (26:167) | |
(Luut) dedi: «Ben sizin bu yapdığınıza elbette buğz edenlerdenim». (26:168) | |
«Ey Rabbim, beni ve ehlimi onların yapageldikleri (bu kötülüğ) ün (azâb) ından kurtar». (26:169) | |
Bunun üzerine biz onu ve ehlini kamilen kurtardık. (26:170) | |
Geri kalanların içinde yalınız bir koca karı vardı. (26:171) | |
Sonra geridekileri (tam bir suretde) helak etdik. (26:172) | |
Üstlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki. (Bak) inzâr edilenlerin yağmuru ne kötüdür! (26:173) | |
Şübhesiz bunda elbette bir ibret vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. (26:174) | |
Eyke yârânı da (gönderilen) peygamberleri tekzîb etmişdir. (26:176) | |
O zamanda ki Şuayb onlara: «(Allahdan) korkmaz mısınız?» demişdi, (26:177) | |
«Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değil». (26:180) | |
Ölçeği tam ölçün. Eksiltenlerden olmayın». (26:181) | |
«Doğru terazi ile tartın». (26:182) | |
«İnsanların hakkından bir şey'i kısmayın. Yer (yüzün) de fesadcılar olarak bozgunculuk etmeyin». (26:183) | |
«(Gerek) sizi, (gerek sizden) evvelki ümmetleri yaratan (Allah) dan korkun». (26:184) | |
Dediler: «Sen ancak fazla büyülenmişlerdensin»! (26:185) | |
«Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Biz senin muhakkak yalancılardan olduğunu zannediyoruz». (26:186) | |
«Eğer doğruculardan isen gökden üstümüze bir parça düşür». (26:187) | |
(Şuayb) dedi: «Ne yapıyorsanız Rabbim daha iyi bilicidir». (26:188) | |
Hulâsa: Onu tekzîb etdiler de kendilerini o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Hakıykat bu, o günün büyük azâbı idi. (26:189) | |
Şübhesiz bunda mutlak bir âyet vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir. (26:190) | |
Hakıykat, senin Rabbin mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir O. (26:191) | |
O (Kur'an) muhakkak ve muhakkak aalemlerin Rabbi (canibinden) indirilmedir. (26:192) | |
(193-194-195) Onu Ruuh-ul Emîn, inzâr edicilerden olasın diye, senin kalbine ma'nâsı açık Arabca bir dil ile indirmişdir. (26:193) | |
Şübhe yok ki o (Kur'an) daha evvelkilerin kitablarında da vardır. (26:196) | |
İsrâîl oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir âyet (bir delîl) değil miydi? (26:197) | |
Biz onu Arabca bilmeyenlerden birine indirseydik de, (26:198) | |
onlara karşı bunu okusaydı yîne buna îman edici kimseler değillerdi onlar. (26:199) | |
Biz (küfrü) o günahkârların kalbine Öyle bir sokduk ki, (26:200) | |
o pek çetin azâbı görecekleri (âna) kadar onlar (kaabil değil) bu (Kur'ana) inanmazlar. (26:201) | |
İşte bu (azab) onlara, kendileri de farkında olmayarak, ansızın gelecekdir. (26:202) | |
(Gelecekdir de «Acaba) bize bir mühlet verilir mî?» diyeceklerdir. (26:203) | |
Onlar haalâ azabımızı çabuklatdırmak mı istiyorlar? (26:204) | |
(205-206-207) Şimdi sen bana haber ver: Biz onları senelerce yaşatıb fâidelendirsek de sonra kendilerine tehdîd olunageldikleri (azâb gelib) çatıverse o yaşayıb fâidelenmiş oldukları (yıllar) kendilerini kurtarabilir mi? (26:205) | |
(208-209) Biz hiçbir memleketi, ona (halkına) öğüd vermek üzere inzâr edici (peygamber) ler (göndermiş) olmadıkça helak etmedik. Biz zulmedenler değiliz. (26:208) | |
Onu (Kur'ânı) şeytanlar indirmedi. (26:210) | |
Bu, onlara hem yakışmaz, hem onlar (buna esasen) güc yetiremezler. (26:211) | |
Şübhe yok ki onlar (meleklerin sözünü) işitmekden kat'î surerde azledilmişlerdir. (26:212) | |
Sakın Allah ile beraber diğer bir Tanrı daha çağırma. (Sonra) azâblandırılanlardan olursun. (26:213) | |
Sen (ilkin) en yakın hısımlarını inzâr et. (26:214) | |
Mü'minlerden sana tâbi' olanlara kanadını indir. (26:215) | |
Bunun üzerine eğer sana isyan ederlerse de ki: «Ben sizin yapageldiklerinizden hakikaten uzağım». (26:216) | |
Sen O mutlak gaalib, O çok esirgeyici (Allaha) güvenib dayan. (26:217) | |
(218-219) (Öyle mutlak gaalib, öyle çok esirgeyici) ki O, (namaza) kıyam etdiğin vakit seni ve secde edenler içinde dolaşmanı (dâima) görendir. (26:218) | |
Çünkü hakkıyle işiden, hakkıyle bilen bizzat Odur. (26:220) | |
(Ey müşrikler) şeytanların kimlerin üzerine indiğini size haber vereyim mi ben? (26:221) | |
Onlar her günahkâr yalancının tepesine iner (ler). (26:222) | |
Onlar dır ki (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar. (26:223) | |
Şâirler (e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. (26:224) | |
(225-226) Onların her vâdîde hakıykaten ifrata (mübalağaya) düşegeldiklerini ve hakıykaten yapmayacakları şeyleri söyler (insanlar) olduklarını görmedin mi? (26:225) | |
Ancak îman edib de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlar, Allâhı çok zikredenler ve zulme uğratıldıklarından sonra öçlerini alanlar böyle değildir. O zulmedenler yakında hangi inkılâb ile sarsılacaklarını bileceklerdir. (26:227) | |